OSMANLI'NIN FETHİ
İSTANBUL VE FATİH
           
İnsanların yuvası fert olarak evleri, millet olarak vatanlarıdır. Mü’min vatanını seven, ona gönülden bağlı olan insandır. Bu değerleri çok iyi bilen ecdadımız, Bileciğin Söğüt kazasında, 1299 tarihinde, yaklaşık 3200 km. karelik bir alanda, yeni vatanın temellerini atıyordu. Bu vatan, Osmanlı’nın kurduğu, ileride Anadolu toprak-larında varlığını sürdürecek olan aynı zamanda, bu günkü Türkiye’nin temelleriydi. Kurulan Osmanlı Devleti, 1453 de İmparatorluk oldu. Bu tarih, dünya için önemli bir tarihtir. Bir devrin kapanmasına ve yeni bir devrin açılmasına sebep olan, Müslüman Türk milletinin gemilerini karadan yürüterek, sönmeyen Rum ateşini söndürdüğü, dinmek bilmeyen çan seslerini susturduğu İstanbul’un fethi olayıdır.     
 
İstanbul’un fethedileceğini İslâm Peygamberi, bu fetihten 830 sene evvel şöyle haber veriyordu. “İstanbul elbette feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel bir komutan ve onun askeri ne güzel bir askerdir.” Bu müjdeye nail olabilmek için bütün Osmanlı Sultanlarının gönlünde, İstanbul’un fethedilmesi arzusu yatmıştır. Hatta bu müjde, daha Ashab-ı Kirâm zamanın-da gönülleri tutuşturmaya başladı. Müslümanların gönlünde asker olma ateşini yakmıştır. Hz. Peygamber Efendimizin bayraktarı ve Medine’deki ilk ev sahibi olan Eyyüb’el-Ensâri Hazretleri, Emeviler döneminde, ilerle-miş yaşına rağmen, İstanbul kuşatmasına katılmış, hastalanıp, ruhunu teslim etmiş ve aziz naaşı, kendi adıyla anılan, bu günkü Eyüp Sultan Camii avlusuna defnedilmiştir. Sahabe-i Kirâm’ın ayak izlerinin süslediği
 
İstanbul şehri; aynı zamanda, dünyanın en eski yerleşim beldelerinden biridir. Üzerinden birçok medeniyetler ve milletler geçmiştir.
 
İstanbul’un en önemli tarihi eseri sayılan Ayasof-ya, 537 yılında, Justiniaus tarafından yapılmıştır. İnşaatı 40 yıl sürmüş, daha sonra, büyük bir zelzelenin tesiriyle kubbesi kısmen yıkılmıştır. Vaiz kürsüsünün olduğu yer tahrip olmuştu. Tarihçiler bu olayın, Hz. Peygamberin doğduğu gece meydana geldiğini iddia ederler. Her ne kadar, uğraştılarsa, bir türlü hasar gören Ayasofya’nın kubbesini tutturamadılar. Her taraftan ustalar geldi, yine başaramadılar. Daha sonra, içlerinden birinin hatırlatması üzerine, Buhayra’da oturan 300 keşiş ve rahip kalkıp, Mekke’ye gittiler. O zaman küçük yaşta bir çocuk olan Hz. Peygamberimizin ağız suyunu, yani tükürüğünü bir çamura kattılar ve ellerinin örneğini aldılar. Ebu Talib’in el yazısı ile, bir ceylan derisi üzerine çizilmiş olan bu örneğin, Evliyâ Çelebi zamanında, bir kutuda saklı tutulduğu söylenmektedir. Getirdikleri bu mübarek ağız suyunu, Ayasofya’nın kirecine ve harcına kattılar. Ve böylece kubbenin tutması sağlanmış oldu. Bu hadiseyi Evliyâ Çelebi, sağlam kaynaklardan naklettiğini söylemektedir. 
 
Yeni kurulan Osmanlı Devleti Marmara’ya yerleşmiş, Balkanlar’a çelik yumruğunu vurmuştu. Kısa bir süre sonra Hazar’ın batısındaki iklimlerden fışkıran velîler ordusu, Osmanlının ana evi olan Bursa’da toplanmaya başladılar. Emir Sultan, Bursa’nın yeşil penceresinden İstanbul ufuklarını seyrederken, İstanbul’un taşına toprağına manevi kokunun sindiğini hissediyor, fethin ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğinin   hesaplarını yapıyordu. Somuncu Babayı Aksaray’a yolcu ederken, İstanbul’un fetih şifresini ona vermeyi ihmal etmiyordu. Aynı zamanda, Ankara’daki Hacı Bayram Veli ile Mısır’dan kalkıp gelen Eşref-i Rumi’de bu şifreleri birlikte tahlil ediyorlardı.
 
            Hacı Bayram Veli bir gün 2. Murat’ı ziyarete gittiğinde; Sultan, 2. Murat, H. Bayram Veli’ye; İstan-bul’un fethi düşüncesini söyledi. O sırada, Fatih dua okunması için, annesinin kucağında huzura getirilmişti. Hacı Bayram Veli, “O Fetih size müyesser değil sultanım, o fetih bu yavruya nasip olacaktır” dediler.
 
            Osmanlı devletinde, şehzadeler hususi hocalar tarafından yetiştirilirdi. Molla Gürâni, talebesi Fatih'e dersini vermiş, Fatih'te odasında istirahata çekilmişti. Hocası bakar ki, Fatihin odasının ışığı yanmakta. O saatte uyuması gereken Fatih ne yapıyor diye, odaya girer. Niye yatmadın diye sorunca; Fatih şu cevabı verir; "Hocam, uyuyamayışımın sebebi, tâ Sahabe-i Kirâam zamanından beri defalarca muhasara edildiği halde, Kostantiniyye şehri niçin fethedilemiyor? İşte bu gece onun plânlarını yapmakla meşguldüm.” Bunu duyan molla Gürani; “Evladım bu zafere kavuşmanı bütün gönlümle arzu ediyorum. Lâkin, ben senin câhil bir kumandan değil, âlim bir kumandan olmanı isterim. Onu fethedecek kumandan hem âlim, hem âdil olacaktır” buyurdular. 
Emir Sultan, Somuncu Baba, Molla Gürâni, Hacı Bayram Veli ve Eşref-i Rumî gibi zatların Kuran-ı Kerim’deki   “ Beldetün tayyibetün ” kelimelerini   tahlil
ederek, ebced hesabı ile çıkardıkları tarih 857’yi gösteriyordu. Ve bu sayı, Milâdi hesapla 1453 tarihiydi. Kendi zaman dilimlerine rastlamadığı halde, Hacı Bayram Veli ve Emir Sultan Hazretleri, Fatih’ten çok önceki yıllarda yaşamalarına rağmen, önceden bu hesapları yapmışlar ve Fatih dönemindeki, Allah dostlarına teslim etmişlerdi. 
           
İstanbul’un fethi için muhasara uzamıştı. Bu esnada, ûlema boş durmuyor, fetih manevi olarak destekleniyordu. Evliyalar şehri Bursa’dan, İstanbul’un fethine ışık tutan hadisler, tespit edilerek, dualar yapılıyor, Kuran-ı Kerim’den bir ayet keşfediliyordu. Akşemseddin Hazretleri gece çadırda, Fatih Sultan Mehmed’e gelerek,
e b c e d   hesabıyla, Sebe’ suresinin 15. Ayetini okuyordu. “İşte hoş bir şehir ve bağışlayan bir Râb” bu ayetin fethi haber verdiği müjdeleniyordu. Uzayan muhasara ile, sabırsızlaşan Fatih, hocası Akşemseddin’e müracaat eder. Akşemseddin şöyle der ; “Yarın sabah, şu kapıdan (Topkapı) Hisara yürüyüş ola. İzn-ü Hüda ile Bâbı Zafer fetholunup, ezan sesleri arasında su’run içi dola, gün doğmadan gaziler sabah namazını hisar içinde kılalar” diye müjdeyi bildiriyordu.
 
            Bu duygularla Fetih gerçekleşti. Ulubat’lı Hasan tarihte görülmemiş fedakarlık örnekleri göstererek, diğer yiğitlerle birlikte Bizansın burçlarında, Osmanlının şanlı bayrağını dalgalandırmayı başarmışlardı. Takvimler, 29 Mayıs 1453 tarihi, günlerden Salı gününü gösteriyordu. İstanbul’a giren genç padişah, yıkılmaya yüz tutmuş Ayasofya’nın 3 gün içinde Cuma namazı için hazırlan-masını emretti. Bu emir geceli gündüzlü çalışılarak yerine getirildi. 1 Haziran Cuma günü, İlk Cuma namazı Ayasofya’da kılındı. Bu namazın imamlığını Kostantin’i İstanbul yapan Fatih Sultan Mehmet yapıyordu. Kılınan bu Cuma namazı, İslâmın zaferi, Bizans’ın çöküşü olarak kaynaklara geçti.
 
1453 den, 1918 yılına kadar, 465 yıl müslümanla-rın hınca hınç doldurduğu Ayasofya şöyle bir olaya sahne oldu. Birinci cihan harbi milletimizin aleyhine neticelenmişti. 6 asır içinde namaz kılınan Ayasofya, kilise yapılmak isteniyordu. O günlerde İstanbul’u işgal eden düşman askerleri, Ayasofya’yı koruyan binbaşı Tevfik bey’den caminin teslimini istediler.
 
Binbaşı Tevfik; “Buraya giremezsiniz. Burası benim mâbedimdir. Girecek olursanız, hepinizi öldürürüm. Şayet siz beni öldürürseniz, Caminin köşelerine gizlediğim dinamit lokumlarıyla Ayasofya’yı tepenize geçiririm, isterseniz deneyin” deyince; düşman askerleri, bu kararlı tutum karşısında, çekip giderler. İstanbul, İşte bu imanla alındı. Bu imanla günümüze kadar korundu. O belde, tarihi ve dini güzellikleri sinesinde saklamaktadır. Tarihimiz boyunca, Evliyâ ve Şühedâ yurdu olarak kalmış olan İstanbul’u, ecdadımızın bize bıraktığı miras doğrultusunda korumak görevimiz olmalıdır. Necip Fazıl,ın Canım İstanbul şiirinden birkaç satır aktaralım.
 
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve Güneş ezelden iki İstanbul’ludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale;
Ve kavuşmuş rüyalar, onda onda misale.
İstanbul benim canım
Vatanım da vatanım..
İstanbul, İstanbul...
 
Şahadet parmağıdır, göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar..
Gecesi sümbül kokan. Türkçesi bülbül kokan.      
İstanbul, İstanbul...
 
            Ayasofya caminin kıble tarafında, Hünkâr kapısının iç kısmında, kuzey tarafa açılan bir pencere vardır. Orada daima serin ve hoş bir rüzgar eser ki, insana hayat verir. Bu pencerenin bulunduğu köşede Fetihten sonra, ilk defa Akşemseddin Hazretleri, Tefsir dersleri okutmuştur. Öğrencilerine;"Burada Kur’an okuyan ve diğer ilimlerle meşgul olan kimse, bütün ilimleri öğrenip,
alim olsun” diye hayır dua etmiştir. Evliya Çelebi; “Şim-diye kadar, orada kim ilim tahsil etmişse, hepside başarılı olmuşlardır” diyor. Bunun için Fatih, Ayasofya’ya girer girmez şükür secdesine kapandı. Fethin hediyesi olarak, onu camiye çevirdi. Fatih, bu ruhu Kur’an’dan alıyordu. O Kur’an’a uyduğu için çağları aştı. Çağa uysaydı, çağları aşabilirmiydi.
 
Hz. Fatih, veliler sofrasında yetiştiğinden, Fahr-i Kâinat Efendimiz’e olan sevgi cereyanlarından fazlasıyla nasiplendi. Bir gün Akşemseddin’e gelerek; “Bana bir emriniz varmı?” dedi. O da; “Karşı karaya bir sur yap. Öyle bir sur olsun ki, dünyanın bu yöresine bir yüzük taşı gibi Muhammed (sav) imzası atılsın.” Bu ferman üzerine; Rumeli hisarının inşaatına başlama emri verildi. Karadeniz Ereğli’sinden kesilip getirilen taşlar ile bizzat kendisinin de çalışması neticesinde 120 günde bitiriliverdi.
İstanbul’u uçaktan veya yüksek bir yerden seyredecek olursanız, bu surların ve burçlarının görüntüsü, yani şematik krokisi, Muhammed şeklindedir. O, Peygambere olan sevgisini İstanbul’un taşına toprağına adeta nakşederek göstermiştir.
           
Netice’de; fethedilen İstanbul’da, çürümüş Bizans’ın izleri tasfiye edilerek, Peygamberimizin arzuladığı Belde-i tayyibe kuruldu. Fatih, bir anda şehri, su ve yol şebekesi ile modernize etti. Kiliseler bile temizlenerek tamir edildi. Papazların maaşı ile kiliselerin giderlerini   dahi devlet bütçesinden ödedi. İstanbul için
yaptığı her şeyi Allah ve Resulünün rızasına uygun yapmaya çalıştığını ifade ederek, hizmetlerin devamı için vasiyette bulunmuş, her kim vasiyete uymazsa, Allah’ın lâneti onların üzerine olsun, diyerekten beddua etmiştir.          
       (Onk.Dr.Haluk NURBAKİ, İmanla Gelen İlim, s.76-81)
Fatih; başa geçtiği zaman 30 kadırga vardı. 23 yıl içinde; 92 kadırga, 16 harp gemisi, öldüğünde ise; 250 harp gemisi ile 500 nakliye gemisine ulaştı.
 
            Zorzo Dolin adlı bir yabancı, BABİNGER isimli eserinde Fatih’in sahip olduğu vasıfları şöyle sıralıyor;
            Fatih, nadiren güler, ilmi çalışmayla meşgul olur. Çok cömerttir. Soğuğa, sıcağa, açlığa ve susuzluğa taham-müllüdür. Kesin konuşur. Zevk-ü sefadan uzaktır. 7-8 yabancı dil bilir, bütün tarihleri okumuştur. Avrupa’daki bütün hükümetleri tanır. İtalya coğrafyasını iyi bilir. Avrupa’nın haritasını yanında taşırdı. Kendisi ile bir başka kişinin mukayesesi dahi yapılmayan büyük Fatih ve en büyük imparatordur. Ama O, 3 Mayıs 1481 de, 49 yaşında iken Gebze’de vefat etmiştir. Kendine 15 defa suikast yapılmış, Neticede; Venedikli bir Yahudi casusu olan, Yakup paşa diye bilinen LACOPO tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. O öldüğünde, “Büyük kartal öldü” diye, Avrupa’lılar kileselerinde 3 gün çan çalarak, şükür ayinleri yapmışlardır. Onun hayatıyla ilgili, çok eserler yazılmış, sadece İngiltere’de Fatih konulu 6 adet, tiyatro eseri, yazılıp, oynanmıştır.
           
            Fatih kadar, ilim tahsil eden, bir devlet adamı, yeryüzünde mevcut değildir desek, yalan söylemiş olma-yız. Molla Gürani ve Akşemseddin başlıca hocalarıdır. Beş vakit namazını aksatmayan, son derece dindar olan padişah, ilim adamlarına çok saygı gösterir, Evliyayı kendine rehber edinirdi. Hz. Muhammed’in aşıklısıydı. Ayasofya’yı camiye çevirdi. Cami olarak kullanılmasını vasiyet ile vakfeyledi. Çok zengin bir kütüphanesi vardı.
 
Acele karar vermez, verdiği karardan da dönmezdi. “Yapacağım işi sakalımdan bir kılın duyacağını bilsem, o kılı yolar, atardım” sözü onundur. O aynı zamanda, Havan topunun kaşifidir. 30 yıllık saltanatında 17 devlet fethetmiştir. İstanbul Fatih’ten önce 29 defa kuşatılmış, ancak; fetih Fatih’e nasip olmuştur. Ege ve Karadenizi bir Türk gölü haline getiren, Çanakkale ve İstanbul boğazlarını kapatan, Bizansı tarih sahnesinden silen Fatih, dünyanın hayran olduğu yüce bir şahaserdir.
 
            Ecdadımızla övünmek güzel ve zevkli geliyor insana. Bize düşen görev övünmek mi? Yoksa onların yaptıklarının daha iyisini yapmak mı? Elbette ki, daha ileriye gitmek hedeftir. Osmanlı devleti, 1453 de Fatih’le imparatorluk oldu. 1571’e kadar 3 kıtanın sahibi. 20 bin km. kareye ulaşan vatan toprakları üzerinde; 18 millet,16 din, 63 mezhep ve 138 hükümdar ve prensliği idare etmişler. Kanuni devrinde sınırlar o kadar genişlemiş ki, o devirde at sırtında fethedilen toprakları bugün pasaportla, hatta uçakla dolaşmaya vaktimiz yetmiyor. Nihayet bu koca imparatorluk, gücünü yitirmeye, düşmanların oyunu-na gelip erimeye başladı. Ama ne olursa,   olsun. Hatala-rıyla ve başarılarıyla o bizim ecdadımızın kurduğu insan-lık tarihine adını nakşettirdiği şanlı bir devlettir. Tarihte; Fransızlar; 17 yıl, İngilizler; 128 yıl, ABD ve Rusya 40 yıl kadar dünya liderliğini ellerinde tutabilmişlerdir. Oysa; Osmanlı Devleti tam 322 yıl Dünyanın hakim gücü olmuştur. Tarih sahnesinde, eski itibarımızı kazandığımız-da ve dünya milletleri arasında sözümüz geçmeye başladı-ğında, gerçek fetihler yaşanıyor demektir. Yoksa, eskileri anlatıp, keyiflenmekten başka bir iş yapamayız.
DUA (*)
 
Biz kısık sesleriz, minareleri
Sen ezansız bırakma Allah’ım.
Ya çağır şurada bal yapanlarını
Ya kovansız bırakma Allah’ım.
       Mahyasızdır minareler, göğü de
       Kehkeşansız bırakma Allah’ım.
       Müslümanlıkla yoğrulan bu yurdu,
       Müslümansız bırakma Allah’ım.
Bize güç ver, cihat meydanını,
Pehlivansız bırakma Allah’ım
Kahraman bekleyen yığınlarını
Kahramansız bırakma Allah’ım.
       Bilelim hasma karşı koymasını
       Bizi cansız bırakma Allah’ım
       Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
       Müslümansız bırakma Allah’ım.
Yarının yollarında, yılları da,
Ramazansız bırakma Allah’ım.
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma Allah’ım.
       Bizi sen, sevgisiz, susuz, havasız,
Ve vatansız bırakma Allah’ım.
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah’ım
Ho$G€ld!n!Z
 
FaCeßooK SayfaMızDıR
 
 
Bugün 5 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol